MÜLKSÜZLER
Küratör: Melike Bayık
Sanat Konuşmaları: Cansu Yıldıran & Melike Bayık
20.10.2021
Bilsart, küratörlüğünü Melike Bayık’ın yaptığı Cansu Yıldıran’ın “Mülksüzler” isimli sergisine 20 Ekim – 30 Ekim tarihleri arasında ev sahipliği yapıyor.
“Mülksüz, kimliksiz ve adiyetsiz”
21. yüzyılda günlük yaşam dünyanın birçok yerinde farklı gündelik eylemler içinde geçmektedir. Bunun nedeninin en basit yanıtı ise kültürel çoğulculuk ve coğrafyadır. Bizi biz yapan eylemler, gündelik yaşamımızdaki rutinlerimiz yaşam ve iş hayatımız içinde şekillenen durumlardan oluşur. Bu her coğrafya ve her bölgede kişiden kişiye değişen, kişiyi şekillendiren, bir toplumun belleğini oluşturan eylemlerden oluşur. Bu eylemler kişiye göre ayrıcalıklı olan meseleler ya da olağan olan gündelik konulara göre farklılaşır.
Cansu Yıldıran’ın “Mülksüzler” ismini verdiği video yerleştirmesi, Karadeniz coğrafyasının ve kültürel çoğulculuğunun birçok video ve fotoğraf kadrajından oluşturulmuştur. Videoda kesitler halinde sunulan anlarda, coğrafya ve yaşam biçimi içinde fındık toplama, cenaze töreni, yaylaya çıkma, sisli yollarda yolculuk gibi birbirinden bağımsız gibi görünen ancak bir coğrafyanın kültürel yapısı içindeki gündelik ve güncel meseleleri rastlantısal bir yaklaşımla sunan birçok görüntü izlenir. Kültürel ve toplumsal normlar içinde birçok konunun dökümantari bir anlatım ile kayda alındığı yerleştirmede çok boyutlu bir içerik izlenir.
“Mülksüzler” sanatçının kendisinin de Karadenizli olması üzerine coğrafyayı özellikle irdelediği bir yansımadır en başta. Karadeniz’in yeşil, sisli ve olağan yaşamı içinde patriarkal sistemin yoğun yaşandığını gözlemlemesi ile video ortaya çıkar. Ataerkil bir sistem üzerinden kurulan Karadeniz yaşamı kadınların erkekler karşısında mülk sahibi olamayıp, erk’e bağımlı bırakıldığı bir normun göstergesi niteliğindedir. Yıldıran’ın bu gerçeği öğrenmesi ile birlikte geçmiş ve gelecek arasında bir köprü kurup, aidiyetsiz bırakan sistemi sorguladığı “Mülksüzler” video yerleştirmesi ile kendisinin çektiği videolar ve geçmişte annesinin çektiği videoların üst üste getirilerek oluşturulduğu yeni bir varoluş sunar.
Karadenizin yerleşmiş kuralcı aile yapısı içinde kadınların mülk sahibi olamayıp erkeğe bağlı yaşadığı, ev ve toprak ile, köklerle kurulan bağın zorunlu ve yıkıcı tarafını ele aldığı video yerleştirme ataerkil sistemin kimliksizleştiren omurgasız haline bir sorgu niteliği taşır. Yerel bir coğrafya içinde kadının ait olduğu toprağı, evini zaman içinde bertaraf eden, kadını yalnız ve kimsesiz ve çoğu zaman belki de çaresiz bırakan, aidiyeti kıran ve yaşamı sahiplik ile özleştiren bu kurgu gerçek bir durumun çarpıcı yansımalarından oluşur.
Cansu Yıldıran’ın kendisinin yaşamadığı bir coğrafyada, dışarıdan, aileden öğrenerek çektiği bu video yerel kültürün acımasız ve gaddar, ataerkil statükoculuğunun da kadını hiçe sayan bir göstergesi niteliğindedir. Gündelik olağan konuların, görüntülerin üst üste getirilmesi ile oluşturulmuş videoda kadının gücü, patriarka karşı kökleri içindeki aidiyeti, var olma çabası, çalışkanlığı, aklı, espri yeteneği ile büyüleyicidir. Kadının bu kadar güçlü olan konumu karşısında çaresiz bırakılışı, mülksüzleştirilip köklerinden koparılması ürkütücü bir geleneksel yapıyı da gözler önüne serer. Yıldıran’ın kendi görüntüleri ile annesinin sanatçı çocukken çektiği çeşitli görüntüler rastlantısal bir benzeşim ile üst üste gelir. Çift kanallı videolardan bir ekranda izlenen bu tesadüfi görüntüler sanatçının izlediği, şahit olduğu ve sorguladığı yaşama annesinin gözlerinden de bambaşka zamanlardan çekilmiş bir bakış sunar. Kadının kimlik olarak çaresiz bırakılması, aile bağları arasındaki eşitsiz uçurumlar, farklı gözler üzerinden ancak benzer iki zihinle okunur. Olağan buluşmaların izleri, çocukların sesleri ve hareketleri, akrabalar arasındaki diyaloglar, kadının kendisini erkek üzerinden var etmesini niteleyen sarkastik toplum videolarda bütüncül silsile içindedir. Nitekim bu video yerleştirme bir anne ve kızın dünyayı görme biçimidir de nihayetinde.
Özel alanlara sosyo-kültürel örfler çerçevesinde hapsedilerek özerkleştirilen kadınların yaşamı ataerkil toplumlar için olağandır. Kamusal ve özel alanlarda kadınlara tanımlanan konum ve işlerlik içinde yer alabilecekleri gibi bir kurguyu barındıran kendiliğinden gelişen bu sosyo-kültürel adetler çeşitli feminist sosyologlar tarafından kadının ötekileştirilerek, var olan sosyal kamusal alanda yer almadığını da belirtir. Habermas’ın kamusal alan tanımı ataerkil bireyler için geçerlidir ve kadın bunun dışındadır. Dahası Joan B. Landes Women and the Public Sphere in the Age of the French Revolution kitabında kamusal alan tanımının kamusallık ve özel alan karşısında kadını sessiz kıldığını ve eve hapsettiğini söylemiştir. Burada betimlenecek olan yegane durum ise ataerkil sistemin kadını alenen dışlayarak ötekileştirmesi ve aidiyetsiz bırakmasıdır. Landes’in sözünü ettiği bu ötekileştirme ve Yıldıran’ın söz ettiği bu aidiyetsizleştirme ve sahip olma durumu kadını özel alanlara hapsederek özellikle Karadeniz coğrafyasından başlayarak kadının görevinin bağ bahçe toprakta çalışmak, evde çocuk bakmak, yemek yapmak, temizlik yapmak gibi kadına özgü tanımlanan özel alanlar içindeki sınırlı görevlerinden söz eder. Feminist düşünürlere göre özel ve kamusal alan arasındaki ayrım patriarkal kültür temeline sahip erkek yapısının kadının üstünde hegemonik bir güç kurmasını teşkil eder. Cansu Yıldıran’ın kendisinin ve annesinin çektiği videolarda muğlak bir hegemonya dürtüsü izlenir. Ötekileştirilen ve aidiyetsiz bırakılan kadının ömür boyunca bir kişinin üstünkörü boyunduruğu altında yaşaması toplumsal bir geleneğin düsturu şeklinde sunulur. Sanatçının çocukken çektiği bir videoda annesi ve aile büyükleri olan kadınlara sorduğu” kocanı seviyor musun?” sorusu çarpıcıdır. Bir çocuk eğlencesi olarak çektiği bu videoda aile büyüklerinin verdiği yanıtlar daha da ilginçtir, büyük bir kabulleniş ve çaresizliğin de izdüşümüdür. Yüzünde gülümseme ile verilen yanıtlarda ağızdan dökülen kelimeler çarpık, ironik bir kontrast oluşturur ki Yıldıran’ın da henüz bir çocukken bu soruyu sorması tuhaf bir hiciv taşır. Mülksüz, köksüz ve kimliksiz bırakılan kadınlar için Cansu Yıldıran’”ın “Mülksüzler”i, video yerleştirmede kültürel çoğrafyanın klişelerini yıkmak, belgeler ile gerçek ve kurgu arasındaki hayatın çarpıtılmış halini, örtük histerisini gösterme keskin bir şekilde gösterme çabasıdır.
Melike Bayık
“Mülksüzler”, kendisi de Karadenizli olan Cansu Yıldıran’ın, Karadeniz Yaylaları’nda kadınların mülk sahibi olamadığı gerçeğiyle yüzleşmesi sonucu; kendinden yola çıkarak bütün kadınları hiçleştiren sistemi, kadının bu sistem içindeki varlığını, yerelliğini ve aidiyetini sorgulayan projesi.
Mülk ve toprakla kurulan aidiyet ilişkisi evin anlamını büyütür. Ev artık sadece içinde yaşadığımız bir alan olmaktan çıkar ve Giles’ın dediği gibi; ev, içine gömülü olduğu ilişkisel ve duygusal alanı kapsar hale gelir.
Ev yalnızca yer değil, bir aidiyettir. Aidiyetlikse aynı şekilde, sahip olmakla bir değildir. Cansu Yıldıran da Mülksüzler serisinde, ilk anda gördüğümüz ve sorgulamadan doğru addettiğimiz anlamların ardına bakıyor. Projenin, sanki bir fener aracılığıyla gecenin içine dalıp görünmeyeni aydınlatmaya çabalayan biçimlenişi de bu hissi pekiştiriyor. Ve kuşkusuz, fenere evlerin gayri resmi sahipleri de yakalanıyor.
Ne gösteren ne de gizleyen bu çalışma, ikisinin tam ortasında, tanımsız bir kuvvete sahip.
İpek Çınar
CANSU YILDIRAN HAKKINDA
(İstanbul, 1996)
Kişisel deneyimlerini referans alarak sınıf, aidiyet, cinsel yönelim ve kimlik ayrımcılığı gibi konular üzerine fotoğraf ve video serileri üretiyor.